Röportaj

 


Bir (Damladan Okyanusa), Tuğra, İsrafil'in Aynası ve Kırklar Diyarı kitaplarının yazarı Şebnem Pişkin'in röportajı

Zaman zaman temposu hızlanan, zaman zamansa yavaş bir tempoda seyreden bir hayatı olduğunu söyleyen Şebnem Pişkin yılın yarısını Bodrum'da, diğer yarısını İstanbul'da geçiriyor. Hayatının okumak, yazmak ve aileyle vakit geçirmek üzerine kurulu olduğunun altını çizen yazar kitap okumaktan, doğada yaşamdan ve tefekkürle zaman geçirmekten hoşlanıyor.

 Şebnem Pişkin düzenli olarak her gün okuduğunu yazmak için okumanın şart olduğunu özellikle belirtiyor. " Kendimi bir kase gibi görüyorum. Okudukça ve yeni şeyler öğrendikçe kase dolmaya başlıyor. Ne zaman ki taşma noktasına geliyor işte o zaman yazmaya başlıyorum.  Roman dışında bazı edebiyat ve haber sitelerine köşe yazıları da yazmaya devam ediyorum." 

İnsanın kendini bulma mücadelesinde konferansların, seminerlerin para etmediğini ve aslında yapması gerekenin -korktuğu için susturduğu- ‘‘kendi iç sesi’’ne kulak vermesi olduğunu belirtmişsiniz. İnsan neden en büyük yardımcısı olan iç sesinden korkar ve onu susturmak ister?

Röportajın akıllıca soruları ve Şebnem Pişkin'in cevapları için http://kulturelguncel.blogspot.com/2011/01/sebnem-piskin-roportajm.html


Aslında insanın davranışlarına yön veren iki baskın ses vardır. Biri ruhunun sesidir, ki Ruh emaneten bizdedir ve maneviyat yönümüzdür. Diğeri ise aklın sesidir, o da fizik bedenimizin taşıdığı ve üç boyutlu dünya sisteminin getirdiği maddi yönümüzle alakalıdır. Fizik bedenimiz bir harekette bulunmadan evvel her iki sesi de duyar. Biri yap der mesela, biri yapma der. Ama aklın sesi aynı zamanda nefsin de sesidir. Nefis hep istemek üzere kurulu bir sistemdir. Hep ister, hep ister, daha fazlasını ister. Ruh ise onu terbiye etmek için nefsin istediğini vermez. İşte insan kendi nefsini tatmin etmek için aklın sesine uymaya meyillidir. Hep doğruyu söyleyen iç sesini yani vicdanını bir diğer deyişle ruhun sesini bu nedenle hep susturmak ister.